SEMA BARLAS’IN FİGÜRATİF RESİMLERİ ÜZERİNE ÖZNEL BİR YORUM
RH SANAT
Tufan Erbarıştıran
Ülkemizde figür ağırlıklı çalışan deneyimli ressam sayısı ne yazık ki çok fazla değildir. Figürün kendine özgü teknik ve içerik yapısı, yansıttığı düşünsel atmosfer, izleyen üzerindeki baskınlığı son derece önemlidir aslında.
Sema Barlas, resim sanatına başladığından bu yana kendini sürekli geliştirerek, sonunda figüratif alanında özgün eserler yapmaktadır. Sanatçı genellikle orta ve büyük boy çalışmaktadır. Onun resimlerinde, belirgin bir felsefi derinlik gözlemlenir. Figürlerin çoklu özne yapısında (aslında buna çoklu özne üretimi de diyebiliriz), yüzlerdeki mimikler, durağanlık, kimlik ve bellek yitimi gibi temel nedenler üzerinden kendini göstermektedir.
Sanatçının geleneksel anlamda “proporsiyon” düzlemin dışında kalması, “noolojik” bir terminolojinin baskın biçemselliği söz konusudur. Figürlerin “rakursi” çağrışımlı ve çoğu kez “monokrom” bir renk tekilliği ile boyanmış resimlerinde, çoklu öznenin tümevarım ile tümdengelim arasındaki çatışkıya yönelmesi de ilginç bir ayrıntıdır. Ayrıca figürler üzerinden izleyene yönelik düşünsel bir arayış da söz konusudur. Bunun ipuçları resmin ayrıntılarında gizlidir. Sözgelimi, figürlerin bakışları, kullanılan renkler, çizgilerin estetiksel görünümleri ve tema olarak yansıtılan bütünlüğün odak noktası olan, kişinin kendi içine yönelmesi…
Sanatçı tuval üzerinde akrilik bir teknik kullanmaktadır. Ancak frotaj tekniğini de kısmen kullanmaktadır. Tuvaldeki dokuyu görünür kılmak için, frotaj bir teknik ile doku görünümlü eşzamansızlık duygusunu öne çıkarmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu dokusal/deneyimsel teknik ile figürlerin kendi soyutluk alanlarından dışavurumun içkin biçemselliği üzerine yoğunlaşmaktadır.
Figürlerin dezenformasyon tandanslı görünümlüğe uzanımları, belki uzaktan da olsa transparan geçişli bir perdeleme ile izleyene yönelmektedir. Sanatçının bilinçli bir anlayışla figürlerdeki dezenformasyonu, yüzlerdeki duygu yoğunluğunu çoğaltıma ve içkinliğe çağrışım yapan bir genelleme ile karşımıza getirmektedir.
Sema Barlas’ın figürlerinde kadın - erkek ayırımı pek yapılmaz. Neredeyse hepsi, durağan bir görünüm içinde bir beklentiyi umut eden belirsizliği duyumsa(t)maktadır. Figürlerin fiziksel ve anatomik yapıları, bilinçli bir törpüleme ile aslından uzaklaşıp ufukta ya da evrende sabit bir noktada kilitlenmiş, silinmek üzere kalmış bir nokta/leke biçimine dönüşür. Tamamen göreceli bir edimsellikle figürlerin duygusal çalkantılara açık olması, fiziksel iskeletin çizgisel bir lekeye dönüşmesiyle, figür başka bir anlam kazanır artık.
Sema Barlas, gerçeklik olgusu ile sürrealist düşünselliğin ayrıntısal boşluğunu renk/biçim/leke/figür ile deneysel bir anlayışla doldurmaya çalışmaktadır. Tabloda ilk bakışta belirsizlik ve flu bir görünüm, öncesizliği ile sonrasızlığı andıran bir atmosfer vardır. Bu duygusal anlamda, bir tür boşluk yaratır ve izleyen bu açıdan kendince bir katkı yapmak ister. Figürün dezenformasyon görüntüsünü, neden-niçin sorularına yanıt aramaya başlar. Gerçeklik ile kurgu arasında gidip gelen, o incecik tanımsallık çizgisinin eğri büğrü bir yalpalanma olmadan, doğrudan ve bazen de dolaylı bir biçimde izleyene yönelik çağrışımlarla kendini yeniden var etmeye çalışır. Sözü edilen boşluk gerçeklikten uzaklaşıp varlığın arketip konumuna dönüşmesiyle ilgilidir aslında. Primitif yapının kendi içindeki özgün ve varoluşsal edimselliği ortaya çıkarmaya yönelik salt bir tanımsallık çözümü sunar izleyene. Kişinin benlik kaygısıyla yakalamaya çalıştığı, resimde izlediği figüratif biçimin en yalın haline yönelmelidir. Varoluşun kimlik/kişilik saptamadaki düşünsel anlamda ortaya koyduğu, kişinin tinsel derinliği ile doğrudan bir bağlantısı söz konusudur. Sözgelimi, resimlerdeki figürler bize bunu göstermektedir.
Sema Barlas, bireyin en dip katmanlarında yer alan tüm ilkel dürtüleri ortaya çıkartan, onları aynı oranda dezenformasyon ile buluşturması gerçekten resim sanatının önemli bir çıkış noktasıdır. Benlik oluşumu ile varlığın tinsel ve fiziksel dönüşümü üzerine yapılandırdığı resimlerinde (figürlerde), antik döneme kadar uzanan, arketip tetiklenmesiyle belirginleşen, insanın kendine yönelik ikilemi resimsel bir yaptırımla karşımızdadır. Figürler kendinde oluş ve tanımsallığı farkındalığa dönüştürmek için dezenformasyon üzerinden etkinleşmektedir.
Sema Barlas, figüratif resimlerinde ontolojik anlayışla “solipsizm” birlikteliğini, felsefi bir yorumun kapısına kadar getirir. (Latince) Dekadans (çürüme) bir yapısallığın, kültürel yozlaşmanın yarattığı bireysel bir çatışkının dönüşümlü olgusallığıdır. Figürlerdeki çoklu özne bir açıdan derin bir anlam kazanır. Umberto Eco’nun “gerçek sahte” diye tanımladığı bir kavramın resimsel serüvenin adıdır diyebiliriz. Bu anlamda oksimoron kavramının tanımsallığı ile figürleri kısmen de olsa özdeşleştirebiliriz. Yani yaratılmış gerçeklikten sahteciliğe geçiş diyebiliriz. Tıpkı Disneyland’da olduğu gibidir aslında. Burada her şey vardır: Yollar, merdivenler, banklar, çeşmeler… Ancak bunların hepsi sahte görünümlüdür. Sanatçının figürleri de bu açıdan bakıldığında, çoklu öznenin kaçınılmaz bir biçimde labirenti andıran yılankavi yollarını andırmaktadır. Resme bakarken şu soruyu sorarsınız: Gerçek nedir?
Figürleri daha çok dış mekân ya da boşlukta bir leke olarak görürüz. Onların hemen her biri “enteriyor” görüntünün dışında kalan, kendi başlarında görünen, nadiren de olsa birkaç figürün bir arada görüldüğü resimlerin ana teması, duyguların öne çıkması biçiminde olduğu söylenebilir. Figürlerin transparan geçişlere yakın imlenen duranlığını söylemiştik. Ancak bu transparan geçişlerin fiziksel anlamda değil, birden çok duygunun yansıması şeklinde olduğunu gözlemleriz. Resim konusunda eğitimli olmayan bir göz ilk bakışta yadırgayan bir içsellik yaşayabilir. Bu anlamda, heterokomi görünümlü figürler karşısına çıktığını sanabilir. Aslında figürlerin uğradığı dağılım ve çoklu özne birlikteliği nedeniyle deneysel bir A priori sonucu bağlamsal görüntü ile kendini çıkmaza sokar. Bipolar bozukluk ile transandantal ikilemli bir çatışkı, psikolojik ve gerçeklik algısı arasındaki yapısal nedensellik sonucu, bir tür transmutasyonu anımsatan çizgisel bir görünüm gerçekleşir. Bu aşamada, figürün mimikleriyle yansıttığı duyguların, resmin fiziksel ve teknik yapısının önüne geçer, izleyeni bu yönde yönlendirir. Eski Yunan’da özellikle Aristoteles’in sanat ve estetik anlayışında, biçimin önemine dikkat çeker, onun kusursuz olmasını ister. Biçimin mükemmeliyeti çağrıştırması için gerek anatomik açıdan gerekse fiziki ölçüler açısından kusursuzluğu yansıtmalıdır, der. Ancak Sema Barlas’ın figür resimlerinde, bu düşüncenin dışına çıkılır ve figürlerin üzerinden gerçeği ve mükemmeli arama sorusu sordurulur. Yani gerçek nedir sorusunun içinde, güzellik ve sanat nedir sorularının farklı yansımalarını da buluruz. Anatomik bir güzelliğin yerine, düşünsel ve duygusal dokunmalarla bunun felsefi açılımı ortaya çıkar.
Sema Barlas’ın figüratif tablolarında izleyenin algılamada bütünlük duygusunun kaybı, çoklu öznenin yansıttığı bütünsellikle bireyselliğin oluşturduğu, zaman ve mekân ötesi aşkınlığın bir yansımasıdır aslında. O aşkınlık nedeniyle, bütünselliği algılama öncesi gözlemlemeye, sonrasında ise sezgiye geçisin paralel aktarımıdır. Bilinen dünyanın devingenliğinde; ivmeler, sürtünmeler ve kaçışlar, sanatçının tablolarında bireysellik ile bütünsellik arasında çaprazlama yoldan dolaylı bir bağlantıyı kurgular. Gerçekliğin yitirilmesi algısı ile figürün yeniden canlanır olması, yüzdeki duyguların ifadeleri ile belirginleşir. Figür resimlerinde belki de en büyük zorluk, figürün mekân ve zaman kavramlarını nasıl yansıtacağı sorusunda gizlidir. Burada sanatçının resimsel dil imlemesi tomurcuklanır ve iyice gerçeğe dönüşür. Figürler genel anlamda zaman ve mekândan bağımsızdır.
Sema Barlas’ın figüratif resimlerinde grotesk dışavurumun karikatürsel bir tekniği andırırcasına belirginleşmesi de hayli ilginçtir. Bu anlamda, figürlerin gerçek ölçek, biçim ve ilişkilerden kaçınması, fantastik bir uzanımın şaşırtıcı ayrıntısal bölünmelerini karşımızda buluruz. Goya ve Bosch’un bazı resimlerinde grotesk bir anlatımı görebiliriz. Zaman ve mekân tanımsallığı anlamında, figürün soyutu andıran yapısı ile aktardığı duygusal sezintiler, onu çoğu kez kendi başına ve özgür bir konuma getirir. Figürün bundan böyle belirgin bir tanımlama yerine, hangi zaman ve mekâna ait olduğunu dışlayarak, yansıttığı duygusal değerlerin anlamsal boyutunu görmek gerekir. Renklerin ve çizgilerin yarattığı/yansıttığı bir figürün belirgin bir somutsallığı çağrıştırması onu dar bir kalıba sokacaktır. Öte yandan, renkler ve çizgiler sayesinde, tamamen kendi başına duran, çoğu kez hareketsiz bir poz içinde bize bakan, optik dağılımın dışında bir sezgiye yönelmesi sonucunda, figürü değil onun yansıttığı sezgiye odaklanırız artık.
Tablolardaki renkler ise gözü yormayan, açık-koyu, bazen birkaç renk karışımlı bir oluşum üzerinden izleyene yansır. Cezanne’nin resimlerindeki nesnelerin tinselliği yansıtmasını anımsarız. Nesnelerin içinde tinselliği görmek; bunu renk ve çizgilerle tabloda yansıtmak! Böylelikle aynı nesne yeniden yaratılır. Sema Barlas’ın yaptığı da buna benzer bir çalışmadır. Figürlerin estetiksel yapısı eğitimli bir göz önünde erimeye başlar, sezgisel bir açılımın ilk adımı atılır. Sanatçının pitoresk bir arayışın (belki de deneysel bir yapılanma demeliyiz), sonuçsal olmaktan öte, kalıpsal bir form yerine duyguları kışkırtan, sezgisel yapının temeli üzerine biçimleniyor. Figürlerdeki zamansal ve mekânsal ayrışmanın, her bir figürü cinsellin de dışına taşıdığını söyleyebiliriz. Figürlerin bazen kimliksiz kaldığını, daha çok da onları izleyen üzerine odaklanan bir oluşum olduğunu düşünebiliriz. Böylelikle aseksüsel bir imlemenin figürü kişisel cinsellikten kurtarıp onu başlı başına bir birey konuma taşımaktadır.
Resimlerde (figürler) sanatçının dengeli bir dağılım (renksel/lekesel/çizgisel) ile temasal anlamda eklektik bir paradoks düzlemi söz konusudur. Figürün ben/merkez anlayışı/gösterimi tamamen ilk bakış aldatmacasıdır aslında. Perdelenen gerçekliğin algısallığı ise tıpkı yaşamın bir enstantanesi gibidir. Tekli bakış açıdan yola çıkılarak, çoklu özneye yönlenilmesi ve resimde ayrıntı gibi görünen tem renkler ve çizgiler bir anda anlamını yitirir, gözden kaybolur. Geriye sadece figürün varlığı kalır. Özellikle bakışlardaki parlaklık, sönüklük, gözlerin irili ve ufaklı olması, gözlerin bakış açıları, yansıttığı duygular, yine gözlerin dezenformasyonu son derece önemlidir. Nuri İyem’in resimlerinde, Anadolu kadınlarının gözleri farklı bir anlama geçmiştir. Sema Barlas’ın figüratif resimlerinde belirli bir dezenformasyon olduğunu imlemiştik. Ayrıca figürün bozulan/çarpıtılan fiziksel (anatomik) yapısı, gözlerin yansıttığı duyguların öncülüğünde ikinci planda kalır. Özne yerine bastırılan ve açınlanmak istenilen duyguların figürü başka bir varlığa dönüştürmek isteği ortaya çıkar. Varlık bundan böyle kemik yapısı, bedensel görünümü ile değil, yüzüne yansıyan tinselliği ile kendini var etmeye çalışır.
Rembrandt’ın özellikle portre resimlerinde, bakışların insanı derinden etkileyen, gerçeğe hayli sadık kalan, bilinen tanımsallığı niteleyen bir yapıya sahiptir. Gerek resimlerinde gerekse portrelerinde bakışların olağanüstülüğü gerçekten son derece çarpıcıdır. “Kuşkusuz gerek Rembrandt’ın çağdaşı, gerekse onu izleyen birçok başka ressam da jestler üzerinden çalışmalar yapmıştır. Ne var ki Rembrandt daha ilk resimlerinden başlayarak, jestleri ve yüz ifadelerini öyle düzenlemiştir ki, figürlerin yaptıkları işe tamamen gömülmüş ve bu dünyayla ilişkilerini koparmış izlenimi uyandırırlar. Michael Bockemühl” Portre ağırlıklı figürlerde çoklukla bir tür öykünme vardır. Belirli bir olayı, bir duyguyu yansıtmaya yönelik çalışmalardır bunlar. Ancak Sema Barlas’ın figürlerinde ise öykünme yoktur. Bunun yerine zamansızlık ve mekânsızlığın ortasında adeta bir başına kalmış birinin çoklu özneye yönelik duyguların aşkınlığıdır gösterilmek istenilen. Figür/portrelerde ben ile üstbenlik arasındaki bağlantısal gelişimin önselliği imlenir. Gerçek ve kurgu ikilemi diye tanımlayacağımız bu temada ise yüzlerdeki salt mimikler ve jestler yeterince belirgindir. Öykünme yerine sezgiyi ve duyguyu öne çıkaran, bakışlardaki donukluk/parlaklık/hüzün/acı/nefret/aşk/korku/neşe gibi duygu skalası üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse, tekillikten genellemeye yönelimin, bu tavırsal durumun sanatçının yaratıcılığı ile eş değer yaymamız yerinde olacaktır. Figürlerin ortak/odak noktası, izleyen üzerinde resmin ayrıntılara bölünerek, renksel ve çizgisel belirginliklerin dağılımıyla ortaya çıkan yansımanın yeterliliği üzerine de biraz konuşmalıyız.
Sema Barlas’ın figürlerinde çoklu donanımın figürün görüntüsel izleniminde gizlendiği sonucuna varırız. Bir kazıbilimci gibi tablodaki tüm nesneleri, renkleri, çizgileri ayırmamız ve bunu yaparken de yüzdeki yansımayı kaybetmeden bize yönelik sezgiselliği yakalamaya çalışmalıyız. Çoklu özneden kastımız, figürlerin yapısal tanımsallıkları yerine, onların her birinin varoluşsal temel üzerine kendilerini konumlandırmalarıdır. Ben kimim sorusuna yanıt ararken, figürün mimikleri ve jestleri sayesinde, duygu kanalıyla kendini var etmeye yönelmesidir. Sema Barlas, figüratif çalışmalarında bireyin uç noktalardaki izini yakalamak yerine, onu daha temel verilerle donatıyor. Onun varmak istediği noktada, figürün yansıttığı değer yargıları, kişinin psikolojik analizi, felsefi yansımaları öne çıkıyor.
Figürlerin çizgisel yapıları, hayli incelikli ve estetiksel bir anlayış ile belirlenmiş. Sanatçının renk seçimlerinin, figürün yansıttığı psikolojik travmalara uygun olduğunu söyleyebiliriz. Figürler genellikle durgun bir pozisyonda çizilmiştir. Ancak onların dingin yapıları, yüzlerindeki mimikler/jestler sayesinde belirgin bir harekete dönüşüyor. Sanatçının ustalığı da burada başlıyor zaten. Durgun görünümlü bir figürün, olabildiğince yalın ve trans halinde sadece yüzündeki ayrıntılarla izleyene yönelmesiyle çarpıcı bir tavır ortaya koyuyor.
Sema Barlas’ın figüratif resimleri, resim sanatında kendine özgü bir yapı oluşturuyor.
Tufan Erbarıştıran